21. yüzyıla girilmesinden itibaren; tüm ülkelerin ve insanlığın birinci önceliğindeki ilk üç sıralaması; su, enerji ve gıda olmuştur.Petrol ve tü
21. yüzyıla girilmesinden itibaren; tüm ülkelerin ve insanlığın birinci önceliğindeki ilk üç sıralaması; su, enerji ve gıda olmuştur.
Petrol ve türevleri insanlık tarihiyle neredeyse yaşıttır ve öncelikle toplumların sosyal hayatlarına, ardından da ekonomilerine hızla girmeleri sonucunda edindikleri “vazgeçilemez enerji kaynağı” özelliğini korumaktadırlar.
Dünyada varlığı milattan önceki yıllarda bile bilinip, çeşitli şekillerde kullanılsa da petrolün ekonomik üretimine başlandığı 1850’li yıllarda “Çağın Işığı” olarak adlandırılmış (Yergin, 1991), “Fosil Enerji Kaynakları”, “Tükenebilir Enerji Kaynakları” ve günümüzde de “Geleneksel Enerji Kaynağı (konvansiyonel)” olarak tanımlanmıştır.
Petrol ve doğal gaz gibi kaynakların dünyadaki nüfus artışından da hızla artan enerji ihtiyacına yeterince karşılık gelmemesi nedeniyle farklı ve yeni enerji kaynaklarına olan ilgi artmış, sonuçta geleneksel olmayan (ankonvansiyonel) enerji kaynakları olarak tanımlanan şeyl gazı/kaya gazı (shale gas), bitümlü şeyl (oil shale), kömür kökenli gaz (coal bed methane; CBM) ve üretilmesi güç gaz ve petrol (oil and gas in tight reservoirs), gas hidratlar (methane hidrates), ağır-petrollü kumtaşları (tar sands) değerlendirilmeye başlanmıştır.
Türkiye’mizde de özellikle son 40-50 senedir, yavaş yavaş kendini gösterdiği ve son on yılda ise tüm toplumuzun gündemine iyice girmeyi başarmıştır.
Türkiye’miz de 2022 yılında enerjiye yaklaşık, 100 milyar USD harcayarak bir rekora imza atmıştır. Herkesin bildiği gibi enerji ihtiyacımızın büyük bir oranını ithal etmekteyiz.
Bundan sebep; bir an önce alternatif enerji kaynakları devreye sokarak, enerji üretimlerimizi çeşitlendirmemiz gerekmektedir. Kanımca, “Kaya Gazı” bu enerji kaynakların başında gelmektedir. Bu makale de farkındalık açısından, kamuoyunun takdirine sunulmuştur.
2020 sonrası iklim değişikliği rejiminin çerçevesini oluşturan Paris Anlaşması, 2015 yılında Paris’te düzenlenen BMİDÇS 21. Taraflar Konferansı’nda kabul edilmiştir. COP 21’de, 2020 sonrası için ilk kez küresel ölçekte bütün ülkeler sera gazı emisyon azaltımı taahhüdünde bulunmuşlardır.
Anlaşma, 5 Ekim 2016 itibariyle, küresel sera gazı emisyonlarının %55’ini oluşturan en az 55 tarafın anlaşmayı onaylaması koşulunun karşılanması sonucunda, 4 Kasım 2016 itibariyle yürürlüğe girmiştir.
Anlaşma, insan kaynaklı sera gazı salımlarının neden olduğu küresel sıcaklık artışını uzun vadede, sanayileşme öncesi döneme kıyasla 2 santigrat (2°C) derecenin altıyla sınırlamayı hedeflemekte; bu konuda 1,5 santigrat dereceyi (1,5°C) yakalamanın önemine dikkat çekmektedir.
Ayrıca, Paris Anlaşması’yla ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadelesine “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesi çerçevesinde katkıda bulunmaları hususu teyit edilmiştir.